“Tanrıların ağacı zeytin yüz yılda, soğan ise dokuz haftada olgunlaşır. İş hayatında soğan olma”
***
Başarının bedeli konusunda harika bir filim hatırlıyorum, adı “Whiplash” di. Konservatuarda bateri çalan genç bir öğrencinin yeteneğini fark eden hocasının onu geliştirmek için çocuğa aşırı yüklenmesini konu ediyordu. O kadar yükleniyordu ki hocası, genç çocuk elleri yara olana kadar davul çalıyordu. Kısa süre içinde hocanın okul orkestrasına giren öğrenci tam başardığını düşünürken hocası onu başka öğrencilerle yarıştırarak daha da zorluyor, bazen aşağılıyor ve çocuk üzerinde inanılmaz bir baskı kuruyordu. Bu baskı altında sürekli daha fazla çalışmak zorunda kalan çocuk sevgilisinden bile vazgeçerek, hayat amacını Dünya çapında bir caz müzisyeni olmak olarak belirlemişti. Bu hedef bir süre sonra takıntı haline gelerek çocuğun hayatını cehenneme çeviriyordu, öyle ki trafik kazası geçirdiği anda dahi kanlar içinde tek düşündüğü şey caz yarışmasına yetişebilmekti. Bir noktada patlayan genç, hocasına isyan ediyor ve saldırıyor, sonucunda da okuldan atılıyordu. Sonrasında avukatlar çocuğu hocasından şikâyetçi olmaya ikna ediyor ve hoca da bu alışılmadık yöntemleri yüzünden okuldan atılıyordu.
Filimdeki hoca benim için unutulmaz repliğinde, davranışlarının gerekçesini Dünya çapında bir yıldız olabilmek için ölümüne çalışmak gerektiği şeklinde açıklamış ve “Aferin” kelimesinin sözlükteki en zararlı kelime olduğunu söylemişti. Zira bu şekilde vasatlığa razı oluyor ve olabileceğimizin en iyisi olmaktan vazgeçiyorduk ona göre. Oysa Dünya çapında yıldız olabilenler sıradan kişiler olamazdı veya sıradan bir çalışmayla bir Dünya yıldızı olabilmeniz mümkün değildi.
Filmi izleyip yorumlayan insanlardan iki farklı türde tepkiler aldım. Birinci grup ki ben de bu gruba dâhilim, yıldız olmanın yolunun ölümüne çalışmaktan geçtiğini kabul ederek filmi izlerken bile kendi amaçlarını düşünerek motive olan kişilerdi. Şunu söylemem lazım, her türlü baskı ve acıya razı olarak sağlayacakları başarının tatminine odaklanan insanların bazı dünyevi zevklerden vazgeçmesi kaçınılmazdır. Örneğin, gitar çalmayı öğrenmek pek zor değildir ama bir virtüöz olarak sahnelerde konser verebilmek günde 8-10 saat çalışmayla yıllarca antrenman yapmanızı gerektirir. Eğer bir kitap yazmaya soyunduysanız bu aylar boyunca gecenizi gündüzünüzü araştırmaya ve yazmaya ayırmanızı gerektirir. Ancak kitabınızı elinize aldığınızda her şeye değdiğini düşünürsünüz ama kendimde biliyorum bu biraz hastalıklı bir ruh halidir, zira o noktada yeni kitabınızın ne olacağını düşünmeye başlamışsınızdır bile. Artık yeni bir hedefiniz vardır ve onun için çalışmaya başlamanız gerekmektedir.
Bu ruh haline sahip insanlar başarmanın verdiği zevkin vazgeçtikleri günlük zevklerden daha büyük olduğunu düşünürler, asla ulaştıkları noktadan tatmin olmazlar ve durmazlar. Edison’un ampulü bulana kadar altı bin deneme yaptığı söylenir. Bu azmi sayesinde uygarlık tarihini değiştirmiştir. Sıradan insanlar bu kadar azimli olacak gücü kolay kolay kendilerinde bulamazlar. Büyük çoğunluğumuz ilk denemede başarısızlığa uğradıktan sonra devam etmeyiz. Einstein, kendisinin herkesten daha akıllı olmadığını ancak problemler üzerinde vazgeçmeden çalışmasının başarıyı getirdiğini söylemişti. Böylesi bir azim, büyük bir adanmışlık ve ruhsal direnç gerektirir. Hayatta başarılı olanların hikâyeleri çoklukla benzerdir; vazgeçmenin ne olduğunu bilmezler!
İkinci grup ise, bu derece zorlanmanın insanı mutsuz edeceği yorumunu yapanlardı. Onlara göre kişi kendisini mutlu eden şekilde yaşamalı ve istediği şeyleri istediği derecede yapmalıydı. Bu düşünce de yanlıştır diyemeyeceğim, zira koçluk yaparken insanlara kendilerini mutlu eden şeyleri yaparak hayatlarında dengeyi yakalayabileceklerini telkin ediyoruz. Ancak burada önemli nokta şudur; sizi mutlu eden şeyleri, istediğiniz kadar ve istediğiniz çalışma şartlarıyla yapmak hayatta varlığınızı devam ettirmenizi sağlayabilir ancak asla sizi üst düzey bir başarıya taşıyamaz. Bunu bilir ve razı olursanız sorun yoktur. Ama biyografisini okuduğunuz, izlediğiniz ve özendiğiniz başarı abidelerinin başarılarının arkasında uykusuz geceler, uzun çalışma saatleri, sayısız yenilgiler ve sayısız yeniden başlamalar olduğunu bilmelisiniz. Dünyaca ünlü bir keman virtüözüne nasıl bu kadar iyi çalabildiğini sorduklarında “Ben günde on saat çalıyorum, sen on bir saat çal benden iyi çalarsın” demiş. Başarının sihirli bir formülü yoktur; delicesine, pes etmeden çalışmak ve hedefinize ulaştığınızda hemen yeni bir hedef belirleyerek çıtayı yükseltmek… İşte ilerlemenin yolu budur.